Türkiye ekonomisinin barometresi
Türkiye’de ekonomik gidişat ile ilgili kullanılan ölçü döviz kurlarıdır. Döviz kuru artışı enflasyonun altındaysa ekonomide sorun görülmez, üstündeyse işler iyi gitmiyor diye düşünülür. Bu bakış açısı TL kazanıp US dolar harcayan biri için geçerlidir ve ekonomimiz de işte tam da bu durumdadır: Sürekli cari açık verip döviz borçlanan bir ülkenin fertleri tabii ki dövizin artmamasına dua edip durur.
Döviz kurlarının enflasyona göre gelişimini en iyi yansıtan ve tek bir
grafikte Türkiye ekonomisinin geçmişini ve mevcut durumunu görebileceğimiz,
ekonominin barometresi olacak en önemli ölçü TCMB’nin yayınladığı Reel Efektif Döviz Kuru endeksidir. Türk Lirasının ticari ilişkide
bulunduğumuz diğer ülke paralarına göre enflasyon farklarından arındırılmış
değerini izlemek için güzel bir veridir. Bu endeksin 1994 yılından itibaren
gelişimini aşağıdaki grafikte görebilirsiniz.
Reel kurun artması, yani barometrenin yükselmesi, yabancıların Türk
varlıklarına olan talebiyle yani portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlarla
tetiklenir. Türk Lirası reel olarak değer kaybına uğradığında ise ya bu
yatırımların azaldığını ya da ülkeden çıkmaya başladığını görürüz Bir ülkenin
yerel parasının değerini belirleyen unsurların başında o ülkeye giren veya çıkan
net yabancı para miktarı gelir. Türkiye özelinde ele alırsak başlıca çıkışlar
(kullanımlar) cari açık ve bireylerin döviz alımları, başlıca girişler ise (kaynaklar)
portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlar ve dış borçtur. Ülkeyi şirket gibi
düşünürsek cari açık gider hesabıyken, dış borç ve bireylerin tasarrufu ise bilanço
kalemidir. Portföy ve doğrudan yatırımlar her ne kadar bir gelir veya gider kalemi
gibi olmasa da çıkışının ve vadesinin belirsizliği nedeniyle borç olarak
görülmesi de zordu.
Şimdi gelelim barometremizi okumaya:
·
1994
yılındaki kriz barometremizde sert bir düşüş olarak kendini gösteriyor ve 1994=100
olan TL’nin değeri o tarihten itibaren hızla değer kaybetmeye başladıktan sonra
75 seviyelerine kadar iniyor. 1999’de IMF’in kur çıpası desteği ile
değerleniyor tekrar 100 değerinin üstüne çıkıyor.
·
2001
krizinin nedeni zaten bir kur krizi olduğundan barometrenin düşmesi de doğal.
Barometre tekrar 75 seviyelerine kadar iniyor.
·
IMF
destekli ve Kemal Derviş ile özdeşleşen ekonomik tedbirler sonunda “güçlü
ekonomiye geçiş” programı uygulanmaya başlanıyor. BDDK, ihale kanunu vb. gibi
özellikle yabancı yatırımcıların itibar ettiği düzenlemeler yapılıyor. Milli
gelir hızla artmaya başlıyor, 2002 seçimlerine barometre 92 seviyelerindeyken
giriliyor.
Aşağıdaki Reel Kur, Enflasyon ve GSYİH değişim oranlarını birlikte gösteren
grafikte bunu izlemek mümkün:
GSYİH serisinin dolar cinsi değil reel TL değişimlerinin gösterdiğini
ekleyelim. İkisi yerli yapım (2001 ve 2018) biri küresel (2008) 3 önemli
ekonomik krizdeki aşırı oynaklık dışında GSYİH gelişmelerinin reel kur ile
bayağı ilişkili olduğu görülüyor.
Fed’in muz
ortasına röveşata
·
Akp’nin
ilk iktidar yıllarında olumlu uluslararası konjonktürün de etkisiyle TL’nin
coştuğunu, 2013 yılına kadar endeksin ortalama 110 seviyelerinde seyrettiğini
görüyoruz. Bu dönemde biri uluslararası diğeri Türkiye’ye özel iki önemli
gelişme var.
1.
ABD
Fed’in dot.com krizi sonucunda “Greenspan put” diye nitelenen parasal
genişlemesi bütün dünyaya bol ve ucuz döviz olarak yayılıyor. Tüm gelişmekte
olan ülkelere para akmaya başlıyor.
2.
AB
üyelik perspektifi, liberalleşme, demokratikleşme adımları vb. finans
dünyasının pek sevdiği tabir ile bir Türkiye öyküsü yaratıyor.
Bunların sonucunda yabancılar Türk
varlıklarına (hisse, tahvil, şirket alımları, konut) yatırım yapmak için
koşuyorlar, Türkiye’ye kredi vermek için sıraya giriyorlar. İster varlık satışı
olarak ister borçlanmayla ülkeye döviz yağıyor. Bu dönemdeki meşhur söylemin
“finanse ettiğin müddetçe cari açık sorun değildir” olduğunu hatırlayalım. Döviz
fazlası olunca TL değer kazanıyor, TL değer kazanınca yabancı mal/hizmetler ucuz
kalıyor. Etraf BMW, Mercedes ile doluyor. İthal tarım ürünleri daha ucuz
olduğundan artık Türk çiftçilerinin üretmesine gerek kalmıyor. Tabii ucuz ithal
ürün gelmeye başlayınca fiyat artışları da sınırlı kalıyor, enflasyon kontrol
altında gözüküyor. Enflasyon ile her hangi bir mücadele yapılmamasına rağmen
yurtdışından “dezenflasyon” ithal edildiğinden fiyat artışları sınırlı kalıyor.
Zamanın bakanları herhangi bir ürünün fiyatı artmaya başladığında hemen
Arjantin’den et, İspanya’dan zeytinyağı, Almanya’dan otomobil vb. getirterek
piyasaları regüle edebiliyorlar.
Aşağıdaki grafik Reel kur endeksi ile enflasyonun seyrini göstermekte. Noktalı çizgiler ise bu serilerin trendini göstermesi açısından yararlı olduğunu düşünüyorum.
Kaynak: TCMB, TUİK
·
Ancak
bazı dikkatli okuyucular İlk grafikteki siyah çizginin 2006 yılından itibaren
mavi çizginin altında seyretmeye başladığını fark etmişlerdir. Siyah çizginin
“Gelişmekte Olan Ülkeler Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru”, Yeşil çizginin “TÜFE
Gelişmiş Ülkeler Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru”, mavi çizginin ise genel
ortalama olan “TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru” olduğunu belirtelim. TL
gelişmiş ülkelerin paralarına karşı değer kazanırken kendine benzer gelişmekte
olan ülkelere göre daha az ayrışmaya başlıyor. Buradan çıkan sonuç tüm
gelişmekte olan ülkelerin de paraları değer kazanmaya başlıyor ve Türkiye’nin öyküsü
bitmese bile dinmeye başlıyor.
·
2008
krizi barometrede kısa bir düşüş olarak, tabiri caizse teğet geçerek, kendini
gösterse de ABD Merkez Bankasının başlattığı aşırı parasal genişleme
neticesinde taşan ve yüksek getiri peşinde koşan paralar, aralarında Türkiye’nin
de bulunduğu, tüm gelişmekte olan ülkelere yağmaya başlıyor ve bu ülkelerin
paraları gittikçe değerlenmeye başlıyor. Bu dönemde Türkiye’nin milli gelir
artışı ortalama yıllık % 8 olarak görülüyor. Yine de siyah çizgi 2003-2008
arasındaki ortalama 105 seviyesinden 95 seviyelerine düşmüş durumda. Para
gelişmekte olan ülkelere akarken Türkiye’nin kovasına nispeten daha az akıyor.
Büyük ıskalama
·
Asıl
büyük kırılma ise 2013 yılının Mayıs’ında yaşanmaya başlıyor. ABD merkez
bankasının “tapering”i bu dönemde başlıyor; şimdiye kadar piyasaları paraya
boğan ABD Federal Reserve artık parasal genişlemenin devam etmeyeceğini
açıklıyordu, kolay para dönemi bitiyordu, Fed doları anavatanına geri
çağırıyordu. Bence Türkiye’nin ekonomi yönetimi bu tapering’in olası etkilerini
iyi anlamadı. Anlamayınca da bırakın uyum sağlamak için önlem almayı, alışılan
düzenin devamını sağlamak için çaresiz bir mücadeleye girişti. Dezenflasyon
ithali, prestijli alt ve üst yapı yatırımları, vb. hepsi bol ve ucuz döviz ile
sağlanan olanaklarla sağlanmış idi. Ekonomik sorunlarının sebebi olarak Gezi
olaylarının gösterilmesi de inkar ve direncin uyuma galip gelmesiydi.
·
2013
Mayısında 112 olan endeks Brunson krizi patlamadan önce 2018 Temmuz’unda zaten
77’ye gelmişti. Yaklaşık 5 yıllık bir sürede yılda reel olarak %5 değer
kaybederek, toplam kayıp %30’lara gelmişti. Trump’ın “ekonominizi mahvederim”
çıkışı bu verilere dayanıyordu, aslında onun bir şey yapmasına gerek yoktu,
Türkiye zaten o yola girmişti. Tabii değersiz bir yerel para kendi başına bir
sorun değildir, buna göre bir strateji geliştirilebilir, örneğin ihracata
yönelik ekonomi ve büyüme politikaları güdülebilir. Ama bunun farkında olmak
gerekir. Hatırlamak gerekirse ancak 2020 yılının ortalarına doğru rekabetçi kur
söylemi bir ekonomi politikası olarak dile getirilmeye başlanıyordu, o zaman
endeks zaten 60’a düşmüştü. Bu dile getirildiğinde Türkiye rekabetçi kur
uygulamasında 7. Senesini dolduruyordu bile.
·
2013’ten
sonra Türk Lirası diğer gelişmekte olan ülkelere karşıda aynı hızda değer
kaybediyordu. Yani sorun bir gelişmekte olan ülke sorunu değildi, öyle olsaydı
değer kaybı olmaz veya gelişmiş ülkelere göre daha az olurdu. Demek diğer gelişmekte
olan ülkeler döviz olaylarını daha doğru okumayı başarmışlardı.
Türkiye’de
dolar darphanesi
Dövizin ekonomide bu kadar önemli rol oynadığı ülkelerde ekonomi yönetimi
de vatandaşlarının duasının yanı sıra eylemde bulunmak zorundaydı. 2021
sonundaki KKM uygulamasını bu bağlamda görmek lazım. Sonunda dövizin gelmediği
görülünce Hazine’de KKM ile bir nevi dolar basma yoluna gitti
Grafiklerimizde 2021 2. Çeyrekten sonra reel kur düşerken enflasyonda aşırı
bir sıçrayış, öte yandan GSYİH’de büyüme gözüküyor. Burada barometremiz yanılmış
olabilir mi? Yoksa dövizsiz büyümenin enflasyonla mı sonuçlandığı? Bunların
tartışmasını da başka bir yazıya bırakalım.
Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin yönetmek kolaydır; reel döviz kurunu
kontrol altında tutmak yeterlidir. Öte yandan Türkiye ekonomisini yönetmek
zordur; döviz nasıl ve nereden gelecek?
Yorumlar
Yorum Gönder