Soyadınız Keynes veya Friedman olmasa bile ekonomi dehası olabilirsiniz!
Bu iddialı başlığı atmaktaki nedenim bu tür başlık ve girişlerin yazıları okutma şansını arttırması olduğu kadar yazının sonunda bana hak vereceğinize inanıyor olmam da rol oynadı.
HMB
Sn. Nebati’nin “Mayıs ayına girdiğimizde enflasyonun yüzde 50'nin altına
ineceğini" söylemesi üzerine
mesleki kariyerim boyunca beraber yürüdüğüm enflasyonun seyri gözümün önüne
geldi: İlk tanışmamız 1974 petrol kriziyle olmuştu, 30 yıllık bir birlikteliğin
ardından 2004-2016 yılları arasında bir ara kendini unutturmuştu. Bu ayrılıktan
sonra geri dönüşü de muhteşem oldu. Böyle bakınca enflasyonun kökünün bu
topraklarda herkesten daha derin olduğuna kanaat getirdim.
Yaklaşık
30 yıldır enflasyon ortamında şirket yönetmiş birisi olarak sonu hangi “doks”
ile biterse bitsin eninde sonunda tüm makroekonomik öğretilerin bu yaşadıklarımızı
temel aldıklarını da unutmamak lazım.
Enflasyonun,
özellikle fiyatlarını yansıtmakta sorunu olmayan, şirketler üzerine olumsuz bir
etkisi olmadığı, hatta kazançlı çıktıkları düşünülür. Karlılık açısından
bakıldığında bu doğru olmakla beraber nakit akımı olarak bakıldığında durumun
tersine döndüğü görülebilir. Bunun için 4 değişik enflasyon oranına (%0, %5, %50
ve %100) ve değişik Borç/özkaynak oranlarına göre bir şirketin kar ve nakit
akımlarını özetleyen 4 tablolar hazırladım ve yazının sonuna doğru koydum. Bu
tablolar ve açıklamalarını yazının sonuna doğru koymamın nedeni öncelikle
sonuçları ve çıkarımları tartışmak istememden kaynaklandı.
Bu
senaryoların sonuçlarını ve çıkarımları:
· Krediye erişim herşeyden önemli oluyor. Bankalardan
limitlerini arttıramayan şirketler pazar payı kaybetmek veya sürekli sermaye
enjekte etmek zorunda kalıyor. Şirket bir ölüm kalım mücadelesine giriyor ve
artık geleceği strateji, teknoloji, inovasyondan değil bankalardan sağlanacak finansman
üzerine kurmak zorunda kalıyor.
· Yaşamsal
önemi nedeniyle alınan kredinin kullanım önceliği işletme sermayesi finansmanı
olmakta. Önce can sonra canan misali, yatırım sadece beka sorununu halletmiş
işletmelerin düşünebilecekleri bir lüks oluyor.
· Krediye
yüklenerek belki hissedarlar nakit koymaktan kaçınabiliyorlar ama özkaynak
gittikçe eriyor. Senaryo 3’de %100 enflasyon şıkkında görüldüğü gibi şirket özkaynağını
tamamen kaybetme durumda. Bankalar şirketlerin adı konmamış fiili sahibi olmaya
başlıyor, patronlar da artık şirket yöneticileri olma yolundalar. Eğer şirket
zor durumlardan kurtulursa tekrar patron olurlar, olmazsa bankalar için sorunlu
kredi!
Tabii
bu durum bankalar açısından da sıkıntılı: bir yandan bilançolarını enflasyona
paralel büyütmeleri gerekirken öte yandan gittikçe atan risk karşısında krediyi
kısıtlamak durumda kalıyorlar.
· Sonuncusu
hariç, tüm senaryolarda % 5 reel faiz varsayımı yaptım, aslında %5 reel faiz
yüksek sayılabilecek bir oran. Sıfır ve düşük enflasyon da (%5) bu faizler
kimsenin umurunda bile olmuyor, şirketimizin karlılığını ve nakit akımını pek
etkilenmiyor. Oysa yüksek enflasyon ortamında tüm karları silip süpürmeye
başladı.
Tüm canlılar gibi şirketlerde yaşamlarını sürdürebilmek
için şartlara uyum göstermek zorundadırlar. Hele Türkiye gibi ekonomisi inişli
çıkışlı olan bir ülkede şirketler de uyum gösterme konusunda oldukça yeteneklidirler.
Bu uyum süreci ise çoğu zaman diğer canlıların zararına hatta hayatları
pahasına olabilmektedir.
Şirketlerin uyum göstermeleri için atacakları adımlar
basitçe üç başlığa ayrılabilir:
a.
dolayısıyla
finansman, ihtiyacını azaltmak olarak ilk akla gelen çözümün ifadesidir. Yalnız
herkesin bunu uyguladığı durumda hem alacak hem borç vadeleri birlikte azalıp,
ihtiyaç aynı kalacaktır. Negatif faiz ortamında ise stoklar en iyi yatırım
aracı olurlar ve tam tersine artmaya başlar. Genelde sonuç olarak piyasa
vadeleri kısalır, ihtiyaç baki kalır, finansman yükü piyasadan bankalara
kaymaya başlar
b. Kar marjını artırabilmek ise satış fiyatlarını
enflasyonun üstünde artırmak ve/ya tedarik fiyatlarını enflasyonun altında
tutmaktır. Fiyat algısı kaybolduğundan, özellikle piyasa gücü yüksek olan bazı şirket
ve sektörlerde nispeten kolay olmakla beraber rekabetçi piyasalarda tam tersi
de olabilir.
Bu
önlemler serbest bir piyasa ortamında gerçekleştirilmesi oldukça zor işlerdir,
bir nevi savaştır, güçlü silahları olanların avantajınadır
2. Siyasi destek: fiyatları devlet tarafından belirlenen mal
ve hizmetlerde imtiyaz ve sübvansiyon (avantajlı elektrik, mazot fiyatları,
vergi indirimleri vb.) hemen iş dünyası tarafından dile getirilen önlemlerdir. Finansal
açıdan ise negatif reel faizli krediler, krediye erişimin genele yayılması,
kredilerin yatırımlara yönlendirilmesi için tedbirler konuşulur. Bir şirket
kendi başına devletten sübvansiyon alamasa da birlikler, odaları vasıtasıyla
sesini duyurabilirler.
Sınırlı
olanaklarla savaşa girmektense siyasi baskının iş dünyası için daha rasyonel
bir seçim olmadığını söyleyebilir misiniz?
3. Ücret maliyetlerini ve reel ücretleri düşürmek: Şirketlerin
kendi kontrollerinde olan, kolaylıkla uygulayabilecekleri ücret maliyetlerini
baskılayabilmektir. Bu sanıldığından daha kolaydır: %100 enflasyon ortamında
ücret artışlarını 6 ayda bir yapmak zaten ücret maliyetlerini %25 oranında
azaltmak demektir.
Kısılan
ücretler kendi ürünlerinin müşterilerini baltalamak olabilir ama bu konuda “her
koyun kendi bacağından asılır” gibi atasözlerimiz olduğu kadar ünlü
ekonomistler bile bunu “uzun vadede zaten hepimiz ölüyüz” şeklinde ifade
etmişlerdir.
Sübvansiyonlu krediler ile kar marjının artırılmasının
nasıl etki yarattığını da yine senaryo 4’de görebiliriz.
Ne zaman dâhilere ihtiyaç duyulur?
Çalışanlar
da artık sadece çarşı pazar cephesinde değil kendi işverenlerine cephe almak
zorundalar. Onların da devlete dönerek işverenleri gibi koruma istemelerinden
daha doğal ne olabilir ki?
Bence bu seçenek devlet tarafından da tercih edilen bir
yöntemdir. Hem iş dünyasının hem işçilerin hamisi olarak ortaya çıkan devlet de
böylece etki alanını genişletme imkanına kavuşur. Bu şekilde bir takım
kıstaslara göre seçilmiş bir takım şirket ve etki gruplarına yine verilecek bir
takım sübvansiyonu belirleme yetkisi devlete geçmektedir. Herkes için en
iyisinin ne olduğunu da başkentten başka bir yer bilebilir mi zaten! Çalışma ortamını,
ekonomik dengeler ile gelir ve servet dağılımını bozarak kendine muhtaç
kitleler yaratmanın en kesin yolu enflasyonu azdırmaktır.
Öte yandan enflasyon kontrol edildiğinde ne devlete ne de
makroekonomi dehalarına ihtiyaç olmaktadır. Şimdiye kadar yüksek enflasyon ile
kalkınmış bir ülkeyi bilmiyorum ama enflasyon deyince ilk akla gelen Arjantin
ve Türkiye için piyasalar t50 yıldır “hikaye” yazmaya devam ediyorlar.
Senaryolar
Tüm
tablolarda 4 değişik enflasyon seviyesi
(%0,%5,%50 ve %100), İşletme sermayesi ihtiyacının 90 günlük satışlar
(satışların %25’i) kadar olduğu ve reel faizlerin %5 olduğu kabul edilmiştir.

Enflasyonsuz bir ortamda net kar marjı %8 iken, fiyat ve maliyetleri enflasyon oranında arttığında da tamamıyla özkaynakla finanse edilen şirketlerde yine %8 vergi sonrası karlılık elde ediliyor. Ancak şişen fiyatlarla beraber işletme sermayesi ihtiyacı da artacağı için şirketin nakit akımı 3. şıktan (%50 enflasyon) itibaren eksiye dönüyor. Yani şirket faaliyetlerinin sürdürebilmek için sürekli dış kaynağa ihtiyaç duymaya başlıyor.
Son
sütun incelendiğinde satışlarının %8 kadar kar olmasına rağmen yine de
satışlarının %4,5 kadar kaynağa ihtiyaç duyuyor. Bir şirket ortağı için
arzulanan bir durum değil: Hiç temettü alamadan şirkete sürekli sermaye koymak
zorundalar, üstelik bir de vergiyi de ödemek durumundalar.
Aynı senaryonun daha gerçekçi %50 Borç-%50 özkaynak ile finanse edilen durumuna bakarsak kaynak ihtiyacı daha da fazla olmakta. Bunun başlıca sebebi ödenen faizler olduğu gözüküyor. Yalnız burada dikkat çekilecek nokta ödenen faizlerin önemli bir kısmı aslında anapara ödemesi olması.
Bu
senaryoda %50 oranında sermaye koyulduğundan yüksek enflasyonlu 3. ve 4.
Şıklarında yine şirkete para koymak gereksinimi çıkıyor.
Senaryo 3: Ek gereksinimim tamamen kredi ile finansmanı
Finansman
giderlerinin de bir kısmı kredi ile çevrildiği takdirde sermayedarın cebinden
para çıkmamakta. Temettü alınmasa bile en azından başkalarının parasıyla
işletme devam ettirilmekte. Ancak bu durumda borçluluk oranının iyice artıp
başlangıçta eşit olan kredilerin özkaynakların 4,5 katına gelmesi ile
sonuçlanmakta. Genelde enflasyon muhasebesi ile sabit kıymetlerin yeniden
değerlemesi sonucunda kredi-özkaynak dengesi düzeltilmekte ama nakit
kaynakların kendilerinden geldiğini bankalar da bilmekteler ve haklı olarak
huzursuz olmaktalar.
Faizlerin reel -15% (negatif) olduğu,
kar marjlarının 2.5 puan arttığı (%10’dan %12.5’e) ve işletme sermayesinin
%20ye geldiği durum ise sorunları örtmeye başlıyor: Görüldüğü gibi enflasyon
artık pek sorun olmamaya başlıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder